21 Ağustos 2011 Pazar

Yaş Kırmızı

Nerdeyim, bilmiyorum. Hayır, aslında biliyorum, tanıdığım, hep gördüğüm sokaklar. Bu aşinalık, içimdeki milyonlarca düğümü çözmeye çalışıyor; bir şeye, büyük örtülü bir yere ulaşmak istiyor.

Aslında tek hissettiğim - tekrar yapmaya başladım; ama anlayamıyorum- beni kaplayan serinlik. Rüzgâr esmiyor; ama benim etrafımda dolanan, bana sarılan bir serinlik var; acıtıyor hafiften, sinek ısırıyormuş gibi bir his. “Ay!” demem mi lazım?

Üzerimdeki karganın kanat çırpışları kulağıma ulaşıyor; buruşturulup atılmış sayfalar açılıyor; o sürtünme sesleri “garç gurç” değil ama. “Tık, tok, tuk” düzensiz yürüyüşümün -evet yürüyormuşum meğer görmeyen gözlerim bulanık da olsa renkleri içine çekmeye başlayınca anladım- izleri sokakta yankılanıyor. Her şey devam ediyor belirsiz bir aşinalıkla; ama benim için sıcaklık bitti, çekiştiriliyorum; çünkü şaşkınım. Ruhum, sıcağın gittiğini, kaybolduğunu düşünüyor; oysa kaybolan bulunabilir, giden geri gelebilir; ama bu farklı. O yok oldu. Puf!


Ayaklarımda bir tuhaflık, boğuluyorlar; sanki rugan ayakkabılarım sızlatıyor, çok sıkmışım. Dengem bozuluyor, bensiz bedenim zorlanıyor; ellerim taş duvarlardan yardım istiyor. Onlar da soğuk şimdiki her şey gibi. Gözlerimden kaçan damlalar çıplak göğsüme düşünce ıslaklığı hatırlıyorum ve “tırırırıı….m” çarklar geriye dönmeye başlıyor. Hatıralarım o hep saklanan nadide, çeyizlik porselen takımları gibi seriliyor önüme. Bir kıpırtı başlıyor tenimde, sıcaklık mı o? Hayır, bir iz sadece; ama o bile yetiyor ben gibi hissetmeme.

Hatırlıyorum o günü, bir elbise aldırmıştım anneme ne şımarıklıklarla; giyeceğim de giyeceğim. Elma şekerlerinden bile güzel kırmızı bir rengi vardı. Ucu açılmış, çatlak ayakkabılarıma bile ışık katmıştı sanki. Çimenler yemyeşil göz alabildiğine, güneşe rağmen üzerlerinde hafif bir ıslaklık var. Giymişim elma şekerimi, hemen göstermek istiyorum yeni cicimi sıcaklığın tam kalbinde oturan o uzun adama. Gerçi kalbi onda oturuyor ya.

Uzakta, bulanık uzunca bir yol var aramızda; ama hayır ben inatçıyım koşacağım ne kadar yorulsam da, o rüyalar kadar güzel gülümsemeye ulaşacağım. Çabalıyorum, çabalıyorum… Bir türlü yakınlaşamıyorum. Ne oluyor? Anlayamıyorum.

“Pat, küt, tak, tük” ahh nereye takıldım, anlayamadım delik miydi o, bir sese çarptım; o bana çarptı “baban öldü”. İnanılmaz bir yankı benliğimi parçaladı; çarptım, dağıldım, ayrıldım. Bir kuyunun dibine düştüm. Sizin hiç babanız öldü mü? Benim öldü.




İlayda Akarca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder